||**||Hoşqeldiniz||**||

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Gençlik Forum


    Büyük Patlama (Big Bang)

    S-i-l-B-a-ş-t-a-n
    S-i-l-B-a-ş-t-a-n
    Site Sahibi
    Site Sahibi


    Mesaj Sayısı : 93
    Kayıt tarihi : 11/11/09
    Yaş : 27
    Nerden : Ağrı Merkez

    Büyük Patlama (Big Bang) Empty Büyük Patlama (Big Bang)

    Mesaj  S-i-l-B-a-ş-t-a-n Ptsi Kas. 16, 2009 3:48 pm

    Büyük Patlama (Big Bang)


    Uzayin git gide
    daha derinlerine baktigimizda, acaba uzayin sonuna ya da zamanin
    baslangicina ulasabilir miyiz? Evrenin bir baslangici varsa, acaba nasildi?
    Sonu olacak mi? Tüm bunlar, kozmolojiyi, bir bütün olarak evrenin yapisi ve
    evrimini inceleyen astronomi dalini ilgilendiren sorulardir.



    Her kültür, kendine özgü
    bir kozmoloji icat etmistir. Aristoteles’in evreninde üzerine yildizlarin
    tutturulmus oldugu büyük, kristal bir küre olarak düsünülen uzayin kenarlari
    vardi. Ama bu evrenin ne baslangici, ne de sonu vardi.Yani duragandi.
    Gökyüzüne Ýliskin adli eserinde Aristoteles söyle demektedir: "En temel
    cisim, sonsuzdur; büyümez, küçülmez, yaslanmaz, degismez ve hareket
    ettirilemez". Aristoteles, tanrisal ve ölümsüz olan evrenin, temel cisim
    olan ‘ether’den olusmasi gerektigini düsünüyordu. Hiristiyan dünya görüsü
    sonsuzluk kavramindan vazgeçmekle birlikte evrenin degismez oldugu fikrine
    sahip çikti ve sürdürdü. Bu gelenege göre evren, Tanri tarafindan yoktan var
    edilmis ve o günden bu yana hiç degismemistir. 1543 yilinda Dünya’nin
    evrenin merkezi olmayip yalnizca Günes çevresinde dönen bir gezegen oldugunu
    gösteren Copernicus çok seyi degistirmekle birlikte, evrenin uzaysal olarak
    sinirli, zamansal olarak ise sonsuz oldugu yolundaki Aristoteles inanisini
    degistiremedi.



    1576 yilinda, Copernicus
    ögretisine inanan bir Ýngiliz olan Thomas Digges, yildizlari, üzerinde
    bulunduklari kristal küreden koparip uzaya dagitan ilk astronom oldu. 1546
    yilinda dogan ve matematik egitimi gören Digges, Copernicus’un büyük eseri
    The Revolutionibus’un bazi bölümlerini Ýngilizce’ye çevirerek yayinladi. A
    Perfit Description of the Caelestiall Orbes basligiyla yayinladigi bu
    çeviriye Digges, yildizlarin dagilimi, özellikle de uzayin sonsuz oldugu ve
    yildizlarin bu sonsuz uzayda dagilmis olarak bulunduklari yönündeki kendi
    görüslerinin anlatildigi bir bölüm ekledi (Digges ayni zamanda daha
    uygulamali olan baska konularla da ilgileniyordu. Top mermilerinin
    yörüngeleri üzerine ilk ciddi çalismalari yapan Digges, Ýngiltere’de
    balistigin babasi sayilir).



    Digges’ten sonra evrenin
    uzayda sonsuz oldugu kabul edilmistir. Bununla birlikte insanlar hala
    evrenin zaman içinde degismez oldugunu düsünüyorlardi. Büyük fizikçi Isaac
    Newton ayni problemi yüz yil kadar sonra yeniden ele aldi. Tek tek
    gezegenlerin hareket halinde olduklari kesindi ama çok büyük zaman
    araliklariyla bile bakilsa evrenin degismez oldugu düsünülüyordu.



    Newton, büyük ölçekte
    evreni tanimlayan asil kuvvetin evrensel kütle çekim kuvveti oldugunu
    anladi. Bunun ötesinde, kütle çekim teorisi ile Newton, evrenin bir bütün
    olarak hesaplamalara dayanan modelini yapan ilk insan oldu. Bununla birlikte
    1917′deki Albert Einstein’in modeline kadar böyle bir modelden söz
    edilmemisti. Einstein da Newton gibi genel görelilik adi verilen kütle çekim
    teorisini yeni gelistirmisti. Newton gibi Einstein da kozmolojideki temel
    kuvvetin kütle çekim kuvveti olduguna inaniyordu.



    Genel görelilik, madde ve
    enerjinin kütle çekimini nasil ürettigini, buna karsilik madde ve enerjinin
    kütle çekimine nasil tepki verdigini anlatan oldukça karmasik ve
    matemetiksel bir teoridir. Bir bütün olarak evren teorisiyle ilgili zor
    denklemleri çözebilmek amaciyla Einstein, iki basitlestirici varsayim
    yapmisti: Evren zamanla degismez ve madde evrende düzgün bir biçimde
    dagilmistir. Her ne kadar Einstein’in baslangiç varsayimlari ile ilgili
    gözlemsel hiçbir kanit yoksa da, Einstein bu varsayimlarin tatminkar
    sonuçlar verecek ölçüde gerçege yakin olduklarina inaniyordu. Einstein’in
    sonuçtaki "kozmoloji modeli" duragan ve homojendi.



    Çok geçmeden, baska
    kozmoloji modellerinin de olasi oldugu ortaya çikti. 1922 yilinda Alexander
    Friedmann, zamanla degisen evreni tanimlayan bir kozmoloji modeli olan
    duragan olmayan evren modelini ortaya atti. Bir Rus matematikçi ve
    meteorolog olan Friedmann, ise Einstein’in çekim teorisi ile basladi ama
    homojenlik varsayimini kabul ederken duraganlik varsayimini sorgulamaya
    açti. Hollandali astronom Wilhelm de Sitter’in de dedigi gibi, ne kadar
    büyük bir teleskopla
    bakarsak bakalim evreni görüsümüz bir fotograf karesinden baska bir sey
    degildir, dolayisiyla da evrenin uzun dönemli davranislari konusunda çok az
    fikir verir. Friedmann, genel görelilik denklemlerinin baska çözümünü buldu.
    Bu çözüme göre evren, yogunlugu son derece yüksek bir durumdan baslayarak
    zaman içinde genisliyordu.



    Friedmann’in kozmoloji
    modeline göre ilk patlamadan sonra genislemeye baslayan evren gittikçe daha
    daginik bir duruma geliyordu. Bu kozmoloji modeline ‘büyük patlama’ modeli
    adi verildi. 1923 yilinda Friedmann’in evrimlesen modelinin elestirisinde
    Einstein, Friedmann’in hesaplamalarinin matematiksel geçerliligini kabul
    etmekle birlikte, bunlarin gerçek evrene uygulanabileceginden kuskuda
    oldugunu bildirdi. Teorik fizikte, baslangiç kosullarina bagli olarak bir
    denklem setine birden fazla çözüm bulunmasi oldukça sik rastlanan bir
    seydir; bu nedenle Aristoteles, Copernicus ve Newton gibi Einstein da
    evrenin duragan olduguna inanmaya devam etti. Bununla birlikte ne
    Friedmann’in ne de Einstein’in baslangiç varsayimlari ampirik olarak
    sinanabilirdi. O zamanlar her iki görüs dogrultusunda da deneysel kanit
    hemen hemen yok gibiydi. Einstein ve Friedmann, evren teorilerini kagit
    üzerinde üretmislerdir.



    1929 yilinda durum kökten
    degisti. O yil, teleskopla gözlem yapan Amerikali astronom Edwin Hubble,
    evrenin genislemekte oldugunu kesfetti. Galaksiler sürekli olarak
    birbirlerinden uzaklasiyorlardi.



    Gerçekte Hubble
    teleskopla baktiginda galaksilerin birbirlerinden uzaklastigini görmedi;
    böyle hareketleri dogrudan görmek için milyonlarca yil gerekir. Hubble,
    Doppler kaymalarina bakarak galaksilerin hareket ettigi sonucuna vardi:
    Galaksilerin renkleri tayfin kirmizi ucuna dogru kayiyordu. ‘Kirmiziya
    kayma’ olarak bilinen bu kayma, uzaklasma hareketinin bir sonucudur. Bütün
    galaksiler Samanyolu’ndan uzaklasiyordu. Aslinda birçok kozmik bulutsunun
    kirmiziya kaymalari 1900′lerde Arizona’daki Lowell Gözlemevi’nde çalisan
    Vesto Slipher tarafindan ölçülmüstü. Hubble’in Slipher’in çalismasina
    ekledigi tek sey, Cepheid yildizlarini kullanarak uzaklasan galaksilerin
    uzakliklarini saptamak oldu. Hubble, galaksilerin uzakliklarinin, uzaklasma
    hiziyla dogru orantili oldugunu kesfetti. Baska bir deyisle, bir galaksinin
    bize olan uzakligi bir baska galaksinin iki katiysa, uzaklasma hizi da iki
    kati oluyordu. Bu sonuç, her yönde düzgün olarak genisleyen bir evren için
    beklenen bir sonuçtu.



    Hubble’in gözlemleri bir
    yandan çok açik bir biçimde Fiedmann’in duragan olmayan modelinin
    Einstein’in duragan modeline göre üstünlügünü ortaya çikarirken, öte yandan
    da Hubble’in gözlemleri görünüse göre her iki bilim adaminin da öne sürdügü
    temel varsayimi dogruluyordu: Evren hemen hemen homojendir. Yalnizca evren
    eger homojense galaksilerin uzaklasma hizlari uzakliklari ile dogru orantili
    olabilir. Dahasi, homojen evren her noktanin diger noktalardan farkli
    olmadigi anlamina gelir. Nasil sisen bir balonun, balon yüzeyinde bir
    genisleme merkezi yoksa, evren de genisliyor olmasina karsin bir genisleme
    merkezi yoktur. Bir balonun yüzeyine her biri bir galaksiyi temsil eden
    noktalar koydugumuzu düsünelim. Balon siserken herhangi bir noktadan
    bakildiginda diger noktalarin uzaklastigi görülecektir. Hiçbir nokta merkez
    degildir.



    Eger galaksilerin
    uzaklasma hizlari uzakliklari ile dogru orantiliysa, bütün galaksiler için
    hizin uzakliga orani sabit olmalidir. Hubble sabiti adi verilen bu oran
    evrenin su andaki genisleme hizini vermektedir. En duyarli ölçümlere göre su
    andaki genisleme hizi ile evrenin boyutlari yaklasik 10 milyar yil içinde
    iki katina çikacaktir. Daha kesin konusmak gerekirse, birbirlerinden uzakta
    bulunan iki galaksinin aralarindaki uzaklik, yaklasik 10 milyar yil sonra
    iki katina çikacaktir.



    Zaman geçtikçe galaksiler
    birbirlerinden uzaklasiyorlar. Dolayisiyla geçmiste birbirlerine daha yakin
    olmalari gerekiyor. Eger evren filmini geriye dogru oynattigimizi
    düsünürsek, galaksiler gittikçe birbirlerine yaklasarak kalabaliklasacaklar.
    Geçmiste öyle bir an olacak ki evrendeki bütün madde, yogunlugu sonsuz olan
    bir noktaya sikismis durumda bulunacak. Astronomlar bu durumun gerçeklesmis
    oldugu zamani hesaplayabiliyorlar: Günümüzden 10-20 milyar yil önce. Bu ana
    ‘büyük patlama’ adi veriliyor. Büyük patlamadan önce ne oldugu, halen teorik
    fizikçiler arasinda yogun tartisma konusu.



    1930′larda, astronomlar
    evrenin yasini ilk kez hesapladiklarinda, bunu Dünya’mizin yasiyla
    karsilastirmislardi. Daha önce söz edildigi gibi, 1910′larda baslayan
    uranyum filizinin radyoaktif tarihlendirme çalismalarina göre Dünya’nin yasi
    yaklasik olarak 4.5 milyar yildir. Dünya’nin ve Günes’in olusumu ile ilgili
    tüm teoriler, Dünya’nin yasinin, evrenin yasinin yüzde onu ile yüzde doksani
    arasinda bir yerlerde olmasi gerektigini belirtiyorlar. Baska bir deyisle,
    yeryüzündeki kayalarin yaslarini saptayan bilim adamlari, evrenin yasinin
    5.5 milyar ile 50 milyar yil arasinda olmasi gerektigini söylüyorlar.
    Galaksilerin hareketlerini gözleyen baska bilim adamlari da evrenin yasini
    10-20 milyar yil arasinda buluyorlar. Bu ikisi birbirinden çok farkli
    ölçümler. Bulunan yas araliklarinin kesismesi ise büyük patlama modeli
    lehinde çok kuvvetli bir kanit. Bununla birlikte surasini da unutmamak
    gerekir ki kozmoloji, astronominin tüm dallari, hatta bütün bilimler, uzay
    ve zamanin en uç kesismelerini gerektirirler. Her ne kadar çok genis
    kesimlerce tutulduysa da büyük patlama modeli henüz çok az sayida gözlemsel
    testlerden geçmis durumdadir.



    Dünya’nin yasiyla
    karsilastirma testinden sonraki iki önemli test, evrenin kimyasal yapisi
    yüzde 74 hidrojen, yüzde 24 helyum, yüzde 2 agir elementler ve kozmik fon
    isinimi adi verilen ve tüm uzayi kaplayan düzgün radyo dalgalaridir.



    Büyük patlama modeline
    göre hem evrenin temel kimyasal yapisi, hem de kozmik fon isinimi evrenin
    bugünkünden çok farkli oldugu uzun zaman önce biçimlenmistir. Eger kozmik
    evrim filmimizi gene geriye dogru oynatirsak, evren büzülür, galaksiler
    gittikçe birbirlerine yaklasirlar ve sonunda yildizlar ve galaksiler
    kendilerine özgü kimliklerini yitirirler. Evrendeki madde, bir gazi
    andirmaya baslar. Evren gittikçe büzülerek yogunlastikça kozmik gazin
    sicakligi da gittikçe artmaya baslar. Sicaklik 10000 santigrat dereceye
    ulastiginda, elektronlar atomlarindan kaçip kurtulmaya baslar. Daha yüksek
    sicakliklarda ise atom çekirdekleri proton ve nötronlara ayrisir. Evrenin
    dogum ani olan büyük patlama yaklastikça, sicaklik artmaya devam eder.
    Sicaklik 10 trilyon dereceye ulastiginda proton ve elektronlar kuark adi
    verilen üç temel parçaciga bölünürler.



    Þimdi baslangiçtan
    itibaren zaman içinde ileriye dogru gittigimizi düsünelim. Büyük patlamadan
    yaklasik 0.00001 saniye sonra kuarklar birleserek proton ve nötronlari
    olusturdular. En basit ve hafif kimyasal element olan hidrojenin
    çekirdeginde yalnizca bir proton bulunur. Bu süre içerisinde baska hiçbir
    kimyasal elementin bulunabilmesi mümkün degildir. Diger tüm kimyasal
    elementler iki veya daha fazla atom-alti parçacigin biraraya gelip
    kaynasmasiyla ortaya çikar ki evrenin baslangiç asamasindaki yogun sicaklik
    kosullarinda böyle kaynasmalar gerçeklesemezdi. Evren genisledikçe sogudu.
    Baslangiçtan birkaç dakika sonra sicaklik milyar derece mertebesine düstü.
    Bu kritik sicakliklarda proton ve nötronlar, aralarindaki nükleer kuvvetler
    nedeniyle birlesmeye basladilar. Teorisyenlerin 1960′lar ve 1970′lerde
    yaptiklari hesaplara göre, döteryum, helyum ve lityum bu sirada olusmus
    olmalilar. Bu tür ilk hesaplar 1964 yilinda Cambridge Üniversitesi’nden Fred
    Hoyle ve Roger Tayler ile Moskova Kozmik Arastirma Enstitüsü’nden Yakov B.
    Zel’dovich tarafindan yapildi. Princeton’dan James Peebles, Kaliforniya
    Teknoloji Enstitüsü’nden Robert Wagoner ve arkadaslari ile Chicago
    Üniversitesi’nden David Schramm ve arkadaslari da daha ileri düzeyde
    hesaplar yaptilar. Bu teorik hesaplarin sonuçlari, gözlemsel olarak saptanan
    hidrojen, helyum, lityum ve döteryum miktarlari ile dikkat çekici bir uyum
    içindedir (Karbon, oksijen, ve demir gibi tüm diger elementler çok daha
    sonralari, yildizlar tarafindan üretilmislerdir). Bu uyum büyük patlama
    modelini destekleyen bir baska kanittir.



    Yeni dogmus ve
    dolayisiyla çok sicak olan evren, kozmik fon isinimini da üretmis olmalidir.
    1948 yilinda ilk kez George Washington Üniversitesi’nden Ralph Alpher,
    George Gamow ve Robert Herman tarafindan yapilan ve 1965 yilinda bagimsiz
    olarak Princeton’dan Robert Dicke ve James Peebles tarafindan tekrarlanan
    teorik hesaplar, büyük patlamanin üzerinden henüz yalnizca birkaç saniye
    geçtigi siralarda uzayda kara cisim isinimi adi verilen özel bir cins
    isinimin üretilmis olmasi gerektigini gösterdi. Kara cisim isinimi, isinimin
    sicakligina karsilik gelen tek bir parametre tarafindan belirlenir. Teorik
    olarak kara cisim isinimi evrenin ilk anlarinda, uzayda düzgün olarak
    üretilmis ve evren 300000 yil yasina gelip de atom çekirdekleri biraraya
    gelerek atomlari olusturuncaya kadar atom-alti parçaciklar tarafindan
    saçilmaya devam etmis olmalidir. Zaten bu noktadan sonra, maddeyle hiç
    etkilesmeyen isinim uzayda yayilmasini sürdürmüstür. Evren genisledikçe
    isinimin dalgaboyu büyümüs ve günümüzde isinimin dalgaboyu radyo dalgalarina
    karsilik gelen bir degere, sicakligi da mutlak sifirin üzerinde yaklasik 3
    dereceye kadar düsmüstür. Bir önceki bölümde söz edildigi gibi, bu isinim
    bir raslanti sonucu 1965 yilinda kesfedilmisti. Son yillarda veri toplayan
    COBE uydusu, kozmik fon isiniminin özelliklerinin büyük patlama teorisinin
    öngördügü özellikler oldugunu dogruladigindan, bu teoriyi destekleyen bir
    kanit daha elde edilmis oldu.

      Forum Saati C.tesi Kas. 23, 2024 5:48 pm